Suriyeli Mülteciler İçin Atölye Çalışması

Uluslararası Doktorlar Birliği’nin İstanbul’da yaşayan Suriyeli mülteci çocuklar ve kadınlara psikososyal destek vermek için bir proje başlattı.

Suriye’deki savaş dört yılı çoktan geride bıraktı. Yaşamını yitirenlerin sayısı 300 bine yakın. Evsiz kalan milyonlarcası ise kaçtıkları bölgelerde hayata tutunmaya çalışıyor, beraberlerinde getirdikleri birkaç parça eşya ve üzerinden atamadıkları travmalarıyla birlikte. Türkiye’deki mülteci sayısı 2 milyona ulaşırken, kamp dışında kalanların sayısını ise tam olarak bilmek imkansız. Büyük bir nüfus İstanbul’a kadar geldi. Peki bu insanlar nasıl yaşıyor? Parçalanmış cesetlerin arasından çıkan, yakınlarını kaybetmiş çocuklar ve kadınlar hayatlarına nasıl devam edebiliyor? Geçmişin acıları üzerine nasıl bir gelecek bekliyor onları? İşte bu sorulara cevap arayan bir iyilik hareketi, Suriyeli savaş mağduru kadın ve çocukları karamsarlığa terk etmektense onları şefkatle tedavi etmeye çalışıyor.

TERAPİ VE ATÖLYE ÇALIŞMASI

Uluslararası Doktorlar Birliği (AID) ve Muntada Aid dernekleri, yarın Fatih’teki AID merkezinde önemli bir projeyi hayata sokacak. “Zeytin Dalı Suriyeli Çocuk ve Kadınlara Psikososyal Destek Projesi” adı verilen çalışmalar kapsamında Fatih ve çervesindeki çocuklar ile annelere bireysel psikoterapi hizmetinin yanı sıra atölye çalışmaları ve sanatsal terapi ortamları sunulacak. Sanat yoluyla mültecilerin travmayla başa çıkmada yardımcı olacak beceriler kazanması hedeflenirken, merkezde ayrıca, yeni çevrelerinde yaşadıkları yabancılık duygusunu azaltmak için kadınlara Türkçe dersleri, hukuksal danışmanlık, sosyal hizmetler hakkında bilgilendirme faaliyetleri sunulacak ve mesleki eğitimle de ekonomik yönden bağımsız olmalarına katkı sağlanacak.

İLK HEDEF 240 KİŞİYE ULAŞMAK

Yardım edilecek bazı çocukların ebeveynleri hayatta, bazılarınınsa savaşta öldü. İçlerinde Irak gibi başka yerlerden kaybı olup savaşa Suriye’de yakalanmış olanlar da var. Ancak öyküleri farklı olsa da hepsinin ortak özelliği savaş mağduru olmaları. Her birinde ağır travmatik deneyimler var. AID’in yürüttüğü proje, 6 aylık dört dönem halinde iki yıl sürecek. Her dönemde 60 kişiye, toplamda da 240 kişiye psikososyal destek vermeyi hedefliyorlar. Proje için Suriyeli çocukları alıp, gelecek hayali kuran sağlıklı birey olmalarını hedefleyen klinik psikologlarla konuştuk. Proje koordinatörleri Hilal Mete ve Tuğba Öztürk çocuklarla, Gülsenem Özdemir ise annelerle çalışıyor.

Yaşadıkları acıyı oyun oynarken bir bir anlatıyorlar

adsiz-002.png

Bu çocuklara nasıl ulaştınız?


Tuğba Öztürk:” Suriye’de 10 yıl kadar almış bir öğretmen arkadaşımız, Çarşamba’da mendil satan çocukların çok olduğunu görüyor. Gönüllü insanlarla konuşuyor. Haliç Spor Kompleksi diye bir yer var. Birkaç öğretmen arkadaşıyla burayı okula çeviriyorlar. Çocukları sokaklardan topluyorlar. Bunları alıp okulda eğitim vermeye başlıyorlar. Biz de bu çocuklar vasıtasıyla ailelerine ulaştık. Her çocuğun “travma sonrası stres bozukluğu” tanısı alması mümkün değil, her çocuğun şahit olduğu olayların şiddeti de aynı değil. O yüzden bazılarının bireysel terapiye ihtiyacı var. Bireysel terapiye ihtiyacı olmayanları sanatsal beceri atölyelerine, grup çalışmalarına alıyoruz.”

Bireysel terapiye ihtiyacı olan çocukları nasıl fark ediyorsunuz?


Öztürk: “Öğretmenlerinden bu çocukların öykülerini alıyoruz, kayıplarının şiddetini biliyoruz. Öncelikle bütün çocukları sanat ve beceri atölyesine alıyoruz. Burası bize gözlem yapma imkanı sağlıyor. Doğal ortamda çocukların tavırlarını gözlemliyorsunuz. Bazen çok tepki verebiliyorlar ya da arkasından dokunduğunuzda çığlık atabiliyorlar. Arkadaşlarına şiddet uyguluyor ya da kötü sözler sarf ediyorlar. O zaman bu çocuğun bireysel terapiye ihtiyacı olduğunu anlıyorsunuz.”

Bireysel terapide ne yapıyorsunuz?


Öztürk: “Oyun terapisi uyguluyoruz. Bir odaya terapatik amaçlı oyuncaklar yerleştiriyoruz. Çocukların dilleri semboliktir, yetişkinler gibi sorunlarını, korkularını cümleler kurarak dile getiremezler, o yüzden sanat ve oyun kullanıyoruz çocuklarla. ‘Neden üzgünsün’ diye sorsanız cevap vermezler, ancak ‘Bu bebek çok üzgün’ dediğinizde o bebeğin neden üzgün olduğunu anlatırlar, aslında kendilerini anlatırlar. Savaş travmasıyla ilgili sorunlar varsa silahlara, askere yönelir, orada travmasını anlatmaya başlar. Bombaların nasıl düştüğünü, tankların nasıl geldiğini, evlerin nasıl yıkıldığını oyun oynuyor gibi anlatır. Çocuk hem travmasını yaşar o an hem de bu onun kendisini tedavi etme yöntemidir. Bilişsel davranışçı yöntemlerde kullandığımız karşılaştırma, yüzleştirme ya da “exposure terapisi” var. Kişiyi travmatik anıyla tekrar tekrar yüzleştirmek ve duyarsızlık kazandırmak. Oyun terapisinde çocuğun yaptığı da exposure türü yüzleşmedir. Yaşadığı travmatik anıyı oyun yöntemiyle tekrar tekrar yaşayarak o olaya karşı duyarsızlaştırıyoruz diyebiliriz.”

st.png

Güvenli ortamda acılarıyla yüzleşiyorlar

Her çocuğun travmatik deneyimleri var. Ceset görenler, uzuvları kesilenler var içlerinde. Acı anında beynin sol tarafı donuyor. Beyin mantıksal bir süzgeçten geçiremiyor, olaylar işlenmemiş bir şekilde sağ tarafta asılı kalıyor. O anıyı hatırlatan bir nesne görünce de yaşadıklarını tekrar tekrar yaşıyorlar. Buna “travma sonrası stres bozukluğu” deniyor. Oyun terapisinde travmatik anı güvenli bir ortamda tekrar yaşatılıp sol beyne kaydetmesi için imkan sağlanıyor.

Burada mutlu olmaları önemli

Proje koordinatörlerinden Hilal Mete, iletişimde kültür farkına dikkat çekiyor: “Hem savaş yoluyla göç ediyorlar, hem de yeni bir ülkeye geliyorlar. İkisi de çok zor bir insan için. Korkular tabi ki beraberinde geliyor. Çocuklarda da annelerde de gözlemlediğimiz bu. Kültüre karşı var, size karşı var. Güven ortamı oluşturmak gerekiyor. Bizim vereceğimiz hizmette de temel prensip güven ortamını oluşturmak. Mühim olan, bu insanlar şuan buradalar. Burada mutlu olmaları önemli.”

Okullarda ‘farklı olanla yaşama’ dersi verilmeli

Psikolog Tuğba Öztürk, Türkiye’de mülteciler için entegrasyon masalarının kurulması gerektiğini ifade ederken “ötekileştirme” konusuna da dikkat çekiyor: “En büyük eksiklik, farklı olanla yaşama kültürümüzün pek olmaması. Okulda dışlanan, hatta hırplanan mülteci çocuklar var. Farklı olanla yaşama becerisinin okullarda ders olarak verilmesi gerektiğine, öğretmenlerin eğitilmesi gerektiğine inanıyorum. Sadece Suriyeli ya da mülteci çocuklara karşı değil, engelli, farklı kökenden çocuklar ya da kemoterapi gören bir çocuğu anlamak için de verilmeli bu eğitim.”

Kadınlar delirecek gibi oluyor

Psikologlar destek veriyor ancak toplum ne yapmalı?


Öztürk: Geçtiğimiz günlerde Suriyelilerle ilgili çalışan kurumları biraraya toplayan bir organizasyonla toplantı yaptık. Okullara giden Suriyeli çocukların yaşadıkları sorunları anlatıyorlardı. Çocuklara diğerlerinin “Neden savaştan kaçıyorlar, ülkeleri için savaşsınlar” “hem onlar dilenciler” gibi sözler söylediği ifade edildi. Bu bir çocuk söylemi değil, ya öğretmen ya da anne-babanın söylemi bu.

Projenizi İstanbullulara anlatmak için bir çalışmanız olacak mı?


Öztürk: Altı ayda bir çalışmalarımızı makale halinde hazırlamak istiyoruz. Uzun vadeli hedefimiz, topladığımız datalarla, edindiğimiz tecrübelerle yayınlar yapmak. Türkiye’ye Türkçe kaynak kazandırma hedefimiz var.

“Çocuklara ulaşmanın yolu annelerden geçiyor” diyorsunuz. Peki anneler işbirliğine açıklar mı?


Gülsenem Özdemir: İşbirliğine açık olmamalarında birkaç etken var. İlki, travmadan çıkmış olmaları. Bir koku, bir ses bile o anı hatırlatıyor. Vücudunda olan biteni bilmediği için delirecekmiş gibi oluyor. Şuana kadar görüştüğüm 15 kadından hiçbiri henüz travmasından bahsetmedi. “Savaştan geldim ve bunun etkilerini yaşıyorum” gibi bir ifadeyle gelmiyorlar bize. “Özgüvenim yok” gibi gerekçeler sunuyorlar.